1 Mayıs 2013 Çarşamba
BABAİLER, BALKAN TÜRKLERİ VE ŞEYH BEDRETTİN: AHİ EVRAN MEVLANA MÜCADELESİ
BABAİLER, BALKAN TÜRKLERİ VE ŞEYH BEDRETTİN: AHİ EVRAN MEVLANA MÜCADELESİ: Yazan: Fahrettin Öztoprak a) Bahattin Veled Mevlana, yalnız doğuda değil, batı da en çok ilgi uyandıran bir ...
30 Nisan 2013 Salı
AHİ EVRAN MEVLANA MÜCADELESİ
a) Bahattin Veled
Mevlana,
yalnız doğuda değil, batı da en çok ilgi uyandıran bir kişilik sahibi. Her iki
kesim de onu bir şair, bir mütefekkir, bir mutasavvıf olarak nitelemekte.
Mesnevi adlı eseri asırlardır Mevlevi dergahlarında okutulan ve okunan baş
yapıt bir eser. Mevlana hakkında yazılmış, kitap olarak bunlar yayınlanmış.
Onun tanınmasında en büyük etken Ahmet Eflaki. Yabancılar da Mevlana hakkında eserler
kaleme almışlar. Ancak hepsi bu. Amatör yazarlar da bu hususa el atmış ama, orada
kalınmış. Oysa gerçek Mevlana’nın ne olduğu üzerinde pek durulmadığından, ancak
sempozyumlar, kongreler hep bilinen konuları ele almakta. Bu da Mevlana’nın
övülmesi ve yüceltilmesinden başka bir şey değil.
Mevlana’nın
fikir ve düşüncesi babası Bahattin Veled’e dayanır. Onun devrinde Horasan’da,
bilhassa Belh’de büyük tartışmalar başlamıştı. “Akılcılar” ve “Sezgiciler”
olarak adlandırılan gruplar neredeyse birbirine girecektiler. Fahrettin Razi
akılcıları, Bahattin Veled de sezgicileri temsil etmekteydi. Bu Tuğrul Bey
devrinde Ebu Nasır el-Kunduri’yle İmam Kuşeyri ve onu destekleyen Cüveyni
arasındaki tartışmalardan kaynaklanmıştı. Akılcılardan el-Kunduri tutuklanıp
öldürülmüş, sezgicilerden olan Kuşeyri ve Cüveyni Selçuklu sultanının
nazarında itibar kazanmıştı. Cüveyni’nin talebesi Gazali sezgiciliğin akılcılığa
muzafferiyetini ilan eden “Tehafütü’l-Felasife”
adlı kitabını yazdı.[1]
Bahattin Veled Gazali’nin hayranıydı. Onun kitaplarıyla büyümüştü. Bu nedenle
akılcılığı savunan Fahrettin Razi’ye karşı çıktı. Muhammet Harzemşah’ın,
Fahrettin Razi’yi, yani akılcıları tutması ile Bahattin Veled, Belh’i terk
ederek, Anadolu’ya geldi. Mevlana da babası gibi akılcılıktan çok sezgiciliğe
önem verdi.[2]
Ahi
Evran, Horasan’dan, Fahrettin Razi’nin talebelerinden biriydi. Fahrettin
Razi’nin diğer talebesiyse Konya’ya yerleşen Şerefettin Herevi’dir. Bahattin
Veled ve oğlu Mevlana Celalettin bu büyük a’limin düşmanıydılar. Aralarında
Horasan’dan gelen bir anlaşmazlık vardı. O nedenle bu baba ve oğul, Fahrettin
Razi’nin talebelerine de düşman oldular, Fahrettin Razi’yi kim severse,
çizgisinden giderlerse onu düşman bellediler. Ancak Mevlana’nın oğlu Alaattin
Çelebi, öyle değildi. Ahi Evran’nın ve Ahilerin yanında yer almıştı[3]
Şems-i Tebrizi’nin öldürülmesi bir cinayet işi değildi. Onu öldürten şahıs
Emir-i Dat Nasrettin, adından belli olduğu gibi, Anadolu Selçuklularının Adliye
nazırıydı. Bu görevi yerine getirmeyi de Alaattin Çelebi üstlenmişti[4]
Mikail Bayram, bunu A. Gölpınarlı’ya anlatır. O şaşırır. Demek öyle, der. Düşünür
ve “Yahu, sen beni hayzettin” der.
Sonra da ilave eder: “Mevlana Celalettin
kitabımı yazdım. Bir defa para kazandım. Birileri onu elli kılığa soktular,
elli defa para kazandılar” [5]
b) Şems-i Tebrizi
Şems-i Tebrizi, Celalettin Rumi'yi Mevlana yapan
şahıstır. O olmasa idi Mevlana adlı birini kimse tanımayacak, Mesnevî adlı
kitabını kimse eline alıp da okumayacaktı. Babaîler hadisesinden 3-4 yıl sonra
Şems-i Tebrizi, Celalettin'le karşılaşır. Aralarında bir muhabbet başlar.
Mevlana Celalettin her an onunla beraberdir.
Mevlana Celalettin Rumi’ye neyin ne olduğunu
açıklayan Şems-i Tebrizi bir gün Konya'yı terk eder. Bir buçuk yıl sonra onun
Şam'da bulunduğu haberi gelir. Mevlana, oğlu Bahattin Veled’i onu getirtmek
için gönderir. Daha sonra Şems, yine terk eder. Bir daha da görünmez. [6]
Onun için
öldürüldü de denir.
Şems’in adına ilk olarak 1230 yılında Hacılar
Suyolu Vakfiyesi’nde rastlamaktayız. Burada Şems-i Tebrizi adı ile imzası
vardır. Kitabında Evhadettin Kirmani’den de bahsetmektedir. Şems, Yesevi
erenleri gibi Horasan’dan gelmiştir. Ahmet Eflaki, ona Kamil-i Tebrizi de
demektedir. Evhadettin Kirmani’yle Kayseri Battal Mescidi’nde görüştükten
sonra, şehre gelerek onun aleyhinde bulunan Kamil-i Tebrizi, her halde bu
Şems-i Tebrizi olmalıdır.
Şems’in 1234 yılında Şam’da bulunurken arkadaşlık
kurduğu Cemalettin Savi, Kalenderiye Tarikatı’ndan olduğu gibi, bu tarikatın
Cavlakiye kolunu da kuran şeyhtir. Şems, Mevlana ile Konya’da 1243 yılında
temasa geçmişti. Ancak o, 1247 yılında Konya’da bir suikast sonucu hayatını
kaybetmiştir.[7] A. Eflaki bu olayın baş sorumlusu olarak Vezir Nasrettin’i
göstermektedir. A. Gölpınarlı gibi araştırmacılar söz konusu vezirin kimliğini
bilmediklerinden konunun üzerinde pek durmamışlardır. Ancak Şems’in öldürülmesinde
Alaattin Çelebi’nin rolü kabul edilmektedir. Vezir Nasrettin’in Ahi Teşkilatı’nın
kurucusu Ahi Evran Nasrettin Mahmut olduğunu tespit etmemizle konu nispeten
aydınlanmıştır.[8]
c) Kimya Hatun
60 yaşlarında bulunan Şems-i Tebrizi Konya’ya
geldiğinde Mevlana 15 yaşında bulunan cariyesi Kimya Hatun’u onunla
nikahlamıştı. Oysa Kimya Hatun’un Şems’te gönlü yoktu, Alaattin Çelebi’yi
seviyordu. Şems ve Kimya Hatun, Mevlana’nın ders verdiği medresenin bir
hücresindeydiler. Alaattin Çelebi, babasını görmek için geldiğinde bu hücrenin
önünden geçmek zorundaydı. Bir gün Şems, Alaattin Çelebi’nin önünü kesmiş,
bir daha burada görünmemesini ona söylemişti. Kimya Hatun, Şems’ten
sıkılıyordu. Arada sırada hücreden ayrılıp bir yerlere gidiyor, Mevlana ve
yakınları onu alıp hücreye getiriyorlardı. Birinde bir gün Kimya Hatun yine evden
ayrıldı, uzun süre dönmedi. Mevlana ve yakınları yine onu bulup getirdiler. A.
Eflaki’ye göre, o gün bu kadına bir şeyler olmuş, boynundan rahatsızlanmıştı.
Boynunu bile döndüremiyor, şiddetli bir ağrı çekiyordu. Üç gün sonra vefat
etti. Acaba Şems, onu döverek mi öldürmüştü. Şems 16 Aralık 1246’da birden
kayboldu. Çekip gitmesi akla gelen bu ihtimali kuvvetlendirmektedir. Ancak çok
geçmedi Şems yine Konya’ya geldi ve bir yıl sonra onun cesedi bulundu. A.
Eflaki’ye göre onu Alaattin Çelebi öldürmüş, babası Mevlana da oğluyla arasındaki
irtibatı kesmişti. Ancak A. Eflaki eserinin bir yerinde Şems’in Emir-i Dad,
yani Adliye nazırı olan Emir Nasrettin’in adamları tarafından öldürüldüğü
belirtilmektedir.[9]
A. Eflaki, kitabında öyle şeyler söylemektedir
ki, bunlardan ikisi Mevlana ile ilgilidir. Bizim terbiyemiz böyle şeyleri
kaldırmaz ama, konunun anlaşılması ve netliğe kovuşması için az da olsa bazı
bilgiler vermek zorundayız.
Mevlana bir gün hücrenin kapısını aralar ve
içeri girer. O anda Şems ile Kimya Hatun sevişmektedir, kapıyı kapar ve çıkar.
Sonra bunu Şems’e sorar. O, gördüğün Allah’tı der. Devam eder: Ben Allah’ın
sevgili kuluyum. Allah ta o gün Kimya Hatun suretinde bana geldi, seviştik.
Şems’in bu sözleri Mecusi inancından kaynaklanan Hululiye akidesinden gelmektedir.
Yine bir gün Mevlana, oğlu Sultan Veled’i Şems’e
getirir. Oğlum temizdir. Şimdiye kadar livata fiilinde bulunmamıştır, der.
Peki, Mevlana’nın bu sözleri sarf etmesindeki maksadı nedir? Çünkü Şems uzun süre
Şam’da bulunmuştur. Orada Ali Hariri adlı biri vardır. O adam livata fiiliyle
tanınmıştır. Şems’le de yakın muhabbeti vardır. Bu Şeyh Hariri, Mevlevi
çevrelerce ulu bir kişi olarak yansıtılmaktadır. Olanlardan Konya halkı ve Anadolu
Selçuklu Devleti rahatsızdır.
Şems-i Tebrizi’nin “Konuşmalar” adlı kitabına bakınca onun Konya’nın fikir muhitinde,
özellikle Ahiler ve Türkmenlerle bir mücadele içinde olduğu görülmektedir.
Ahiler Ahi Evran’a, dolayısı ile Evhadettin Kirmani’ye bağlıydılar. Evhadettin’in
vefatından sonra onun yerine Zeyneddin Sadaka geçmişti. Bunun hanikahında
Anadolu Bacılar Örgütü faaliyet göstermekteydi. Mevlana’nın kızı Melike Hatun
da bu örgüte dahildi ve bilfiil bu örgütle ilgilenmekteydi. A. Eflaki’ye göre,
bir gün Şems uzaktan, örgüt faaliyetini icra eden Bacıları görmüş, Mevlana’ya,
içlerinde bir nur var, diyerek kızının da bunların içinde bulunduğunu ihbar
etmiş, Mevlana adamlarına zorla da olsa kızını alıp getirmeleri söylemiş, bir
daha da eve getirilen kızının dışarı çıkmasına izin vermemişti. Kimya Hatun
bile bu Bacılar Örgütü’nün bir üyesiydi. O da dışarı çıktığı günler buraya gelir,
örgüt faaliyetlerini icra ederdi[10] denmektedir.
A. Y. Ocak, Bacıyan-ı Rum’dan yalnız Aşıkpaşazade’nin
söz ettiğini, başka herhangi bir kaynakta bundan söz edilmediğini söylemişti.
Görüyoruz ki başka kaynaklar da var.
d) Şems’in Öldürülmesi
Şems-i Tebrizi Konya’da katıldığı sohbetlerde
hep kendi fikrini kabul ettirmek için çalışır, bu nedenle tartışmalar yapardı
ve sürekli Ahilerle sürtüşme halindeydi. Bu nedenle A. Gölpınarlı onun için
atak olduğu kadar da mücadeleci bir kimliğe de sahipti der. Şems’in kitabında
Nasuh’un tövbesinden bahsedilmektedir. Onun nazarında Nasuh, Ahi Evran’dı. Mevlana
da aynı şeyleri söylemektedir.[11] Nasuh’un “nasihat veren”
anlamını çağrıştırmak için elinden geleni yapar. Bunu yapmasının sebebi:
Nasihatçının Ahi Evran olduğunu ortaya koymak, Şems’in Nasuh hikayesini Cuha
hikayesiyle birleştirmek, böylece Selçukluların bu büyük şahsiyetini karakter
yapısını ayaklar altına almak…
Konya sultanı İkinci İzzettin Keykavus’la
bozuşan Dördüncü Ruknettin Kılıçarslan taraftarlarını da alarak, Kayseri’ye
gitmiş, kendini orada Selçukluların ikinci sultanı ilan etmişti. Bu durumun
ülkeyi böleceğini düşünen devlet büyükleri Kayseri’ye bir nasihatçı heyetin
gönderilmesine karar vermiştiler. Bu heyete Kırşehir’de bulunan Ahi Evran da
dahil edilmişti.[12] O nedenle Mevlana, Nasuh adının nasihatçılığı çağrıştıracağını çok iyi
bildiğinden bu kurgu hikayeye çok önem vermişti. Mevlana ayrıca Nasuh’un bir
dönemde saray muallimi, yani hace olduğunu, böylece Hace Nasrettin denen Ahi
Evran’ın o olacağının daha iyi anlaşılacağını hesap etmiş, Alaattin Keykubat
dönemini çağrıştırmasına da bilhassa dikkat etmişti. [13]
Şems- Tebrizi, Ahi Evran’a karşı olduğu kadar
Birinci Alaattin Keykubat’a bile karşıydı. Bu büyük Selçuklu hükümdarına Ahileri
ve Türkmenleri tuttuğu ve onları desteklediği için; “O hiçbir işe yaramaz, cimrinin biriydi. İki hüneri vardı. İyi ok atar
ve satranç oynardı” diyor.[14]
Şuna dikkat edelim. A. Eflaki diyor ki: Selçuklu sultanları
Türkmen ileri gelenlerine değer vermiş, bu nedenle Anadolu Selçuklu Devleti
yıkılmıştır.[15]
Oysa Anadolu Selçuklu Devleti Birinci Alaattin Keykubat devrinde en ihtişamlı
devirlerinden birini yaşamıştı. Bu dönem Selçukluların en parlak ve en güçlü
dönemidir.[16]
Herşey onun Saadettin Köpek ve İkinci Gıyasettin Keyhüsrev tarafından
zehirlenip öldürülmesinden sonra oldu. Babailer isyanı çıktığı gibi, o güne
kadar Anadolu’ya adım atamayan Moğollar Kösedağ’da Selçukluları mağlubiyete
uğrattılar. Sonrası da malum: Kardeş kavgaları. Dördüncü Kılıçarslan, Moğollarla
mücadele eden kardeşi İkinci İzzettin Keykavus’a vakt-i zamanında, Mevlana ve
çevresinin sözlerine kapılmayıp destek verseydi, Anadolu Selçuklu Devleti
yıkılmazdı.
A.
Eflaki, kitabında Şems’in öldürülmesiyle ilgili çok önemli bir olayı
nakletmektedir: Vezir Nasrettin’in hanıkahında önemli kişiler ve devlet adamları
da toplanmışlardı. Bu mecliste şeyhler, a’limler, filozoflar bile
bulunmaktaydı. Bunlar konuşuyordular. Şems de oraymış. Bir ara dayanamamış ve
konuşmaları bölerek şu sözleri söylemiş: “Ne
zamana kadar onun bunun sözlerini nakledip duracak ve bununla övünecek”siniz.
“İçinizden kalbim bana Rabbim’den bu
haberi veriyor diyecek yok mu?” Meclistekiler donup kalmışlar. Şems açık
açık vahiyden söz ediyormuş. “O bu
sözleriyle kendisini vahye mazhar görmekte ve hulul inancını dile getirmekte”ydi.
(Aynısını daha sonra Mevlana da dile getirecek, yazdığı eseri Mesnevi için diyecekti
ki: “Şu Mesnevi ne faldır, ne remildir,
ne rüya. Doğrusunu Allah da biliyor ki, o Allah’tan vahyedilmiştir.”)
Hanikahın sahibi Vezir Nasrettin ise Ahi Evran’dı. O İkinci İzzettin
Keykavus’un veziriydi. A. Eflaki, kitabının bir başka yerinde, buna benzer
olaya temas ederek Vezir Nasrettin’in Şems-i Tebrizi’nin sözlerine karşılık verdiğini,
neredeyse bir kavganın çıkacağını, o sırada Mevlana’nın Şems’in koluna girip,
onu götürdüğünü söylemektedir. Bu olaydan sonra Şems öldürülmüş. A. Eflaki’nin ikinci olayda bahsettiği Vezir
Nasrettin, Adalet bakanı Nasrettin Ahmet’tir. Sahipata Fahrettin Ali’nin bir
oğlunun adı da Nasrettin Hasan’dır, ancak o 1277 yılında ölmüştür. Otuz yıl
önce o, bir çocuk idi. Babası da Türkmenlere muhalifti. Adalet bakanı Nasrettin
Ahmet, Şems’in öldürülmesinden bir yıl sonra öldürüldü. Ancak buna rağmen
Mevlana ve çevresi Şems’in ri olarak Ahi Evran ve Alaattin Çelebi’yi bildiler.
Aslında Şems’in katlini Nasrettin Ahmet’in gerçekleştirdiğini Mevlana da
biliyordu: Bunu bir şiirinde açık açık belirtmişti.[17]
Ama o, buna rağmen Ahi Evran’a çamur atmaktan vazgeçmedi.
e) Ahmet Eflaki ve Yanlışları
A.
Eflaki’nin “Ariflerin Menkıbeleri”
yanlışlıklarla doludur. Bu yanlışlığın biri de, Şems’in Bedrettin Gevhertaş’ın
kabrinin yanına defnedildiğini söylemesidir. Gölpınarlı bu yanlışın farkına
varmış, Bedrettin’in Şems’in kabrinin yanına defnedildiğini söylemiş,
böylelikle yanlışı düzeltmiştir. Bedrettin Gevhertaş da Şems’i öldürenler
arasındaydı.[18]
Mevlana’nın Gevhertaş’a yazdığı iki mektup vardı. Bu mektuplar, ondan
uzaklaşan Alaattin Çelebi’nin küskünlüğü unutup eve dönme hususundaydı. Ancak
bu gerçekleşmedi. B. Gevhertaş vefat ettiğinde, serveti ve malı devlet tarafından
müsadere edildi. Mevlana, ilgililerden, bu servetin talebelerinden biri olan
Cemalettin’e verilmesini istedi. Dediğini yaptılar. Bu mal ve servet böylece
ona ve çevresindekilerin hizmetine sunuldu.[19]
A.
Eflaki’nin anlattığı olayda da yalan ve haddinden fazla abartmalar var ama,
onun verdiği bazı bilgilerin araştırmamıza fayda teşkil edecek yönü de yok
değil. Ancak “Ariflerin Menkıbeleri”nde
Hacı Bektaş için öyle bir yer var ki, orada ifade edilen çok çirkin olduğu
gibi çok da yakışıksız. A. Eflaki’nin Hacı Bektaş’ı sevmediği gibi onun
düşmanı[20]
olduğu da kesin. Bunu o kadar ustalıklı ve o kadar hince yapıyor ki, Şeyh
İshak’ın Hacı Bektaş’ın yanına dönmesi ile, Hacı Bektaş’ı konuşturup, onun
ağzından; “Aynı gün Mevlana hazretleri
kükreyen bir aslan gibi içeri girdi ve bana ‘bacısı fahişe’ deyip gırtlağımı
sıktı. Öleceğimden korktum, baş koyup istiğfar ettim, yalvarıp yakardım ve
kendi aczimi itiraf ettim. Bir anda gözden kayboldu”[21]
diyor.
Peki “İran kültürü ve zevkine hayran yüksek
tabakanın daha çok rağbet ettiği” ve zihninde İran felsefesinin daha ziyade
yer ettiği Mevlana[22]
Celalettin, Hacı Bektaş Veli’nin kızkardeşini nereden tanıyor? Belki babası
Bahattin Veled tanıyabilir ama, çünkü Belh’ten geldiklerine göre, orası da bir
Horasan sayılır, tanıdığına da pek ihtimal vermiyoruz. Hacı Bektaş’ın
kızkardeşinin olup olmadığı da meçhul, böyle bir durumda öyle çirkin bir
kelimenin kullanılması ancak A. Eflaki’ye yakışır, başkasına değil. O bu çirkin
kelimeyi kullanacağı yerde Mesnevi’deki eşek ile kabak hikayesini sorgulasaydı.
Bir de utanmadan arlanmadan birileri kalkmış, Mevlana’nın Mensevi’sine ikinci
Kur’an diyor. Onlar halt etmişler. Bir Tanrı kitabından öyle şeyler bulunmaz.
Mevlana
Celalettin’in ne olduğunun farkına Türkiye’de ilk defa kıymetli yazarlarımızdan
Necdet Sevinç varmıştır. Bir gün gazetedeki köşesinde bu hususta bir makale
yayınlar. Mevlevilerden tenkit üstüne tenkit alır. N. Sevinç bu. Umursamaz. Aradan
biraz zaman geçer. Arayan rahmetli Prof. Dr. Mahmut Esat Coşan’dır. Bunun pek
çok dini kitabı ve ayrıca Hacı Bektaş’ın olduğu ileri sürülen “Makalat” adlı eserin üzerinde kapsamlı
bir çalışması da vardır.[23]
Ayrıca tarikatçıdır. Bu tarikatın da Allah’ın rahmetine kavuşmuş şeyhidir. Der
ki; Necdet Bey, gazetedeki yazınızı okudum. Mevlana Türk diline ve kültürüne
çok zarar vermiştir. Mesnevi adlı eseri de edep dışıdır. Az bile yazmışsınız.
Mevlana
Celalettin, bırak taa Konya’dan Kırşehir’e bir anda gelmeyi, evinin bir
odasından diğerine bile bir anda geçmeyi beceremez. A. Eflaki bu. Ona
olağanüstü güçler verecek ki, birileri Mevlana’nın veli olduğuna, keramet
sahibi olduğuna inansın.
[1] Dr.
Mikail Bayram; Sosyal ve Siyasi
Boyutlarıyla Ahi Evren-Mevlana Mücadelesi, Konya 2006, s. 197-199; Ahmet Yesevi’ye
bağlı ve Horasan erenlerinden olan Bahattin Veled, her konuşmasında ve
sohbetinde dervişlikten, mala ve mülke bağlı olmamaktan, zenginlerden ve
sultanlardan uzak kalmaktan; kin ve nefret tutmamaktan; iki yüzlü olmamaktan
söz açarken; bunların tasavvufun gerekleri olduğunu söylerken, maalesef bu
dediklerinin birini bile kendi hayatında uygulamıyor, mal ve mülk hırsı ile
yanıp tutuşurken, zenginlerin, Anadolu Selçuklu sarayının hoşuna gitmek için
her şeyi yapıyor, Fahrettin Razi’ye Evhadettin Kirmani’ye kin kusuyor, iki yüzlülüğün
a’lasını yapıyordu. Oğlu Celalettin-i Rumi de aynısını sergiledi.
[2] M.
Bayram; a.g.e., s. 199-200. Fahrettin
Razi, Rey şehrinde 1149 yılında dünyaya gelmişti. Herat’a yerleşti. Harzemlilerin
şeyhülislamlığına kadar yükseldi. Muhammet Harzemşah ona itibar göstermekte ve
desteklemekteydi. Fahrettin Razi’nin “Tefsir-i
Kebir” adlı Kur’an tefsiri vardır. Bahattin Veled ile anlaşamamış, yeri
geldikçe de tartışmışlardır. Bu nedenle Bahattin Veled, Horasan’dan ayrılmasını
ona bağlar. Fahrettin Razi’nin “Esasü’l-Takdis”
ve “Mefatihü’l-Gayb” adlı eserleri de
vardır. (Ş. Tebrizi; a.g.e., s.
466-467.) Bu Türk alimi Fahrettin Razi, tefsirinde, Kürtleri Yecüc-Mecüc
olarak belirtmiştir. Bunlar dünyadaki laf anlamayan tek kavimdir, biri bir yere
gitse yüzlercesi, binlercesi peşinden gelir, demiştir. Fahrettin Razi bu
görüşünde haklıydı. Aradan yüzyıllar geçmiş, 2000 yılının ilk çeyreğindeyiz.
Kürtler günümüzde de laf anlamaz tavırlarını sürdürmektedirler. Yecüc Mecüc
gibi, 25 yıl önce bir milyon nüfusları bile yokken, şimdi onların 30 milyonluk
nüfuslarından bahsediliyor. Kehf’ten sonra Enbiya suresinde ne deniyor: “Seddi açılıp da her tepeden saldırdıkları”nı
görünce vaad ettiğimiz yaklaşır, onlar “Vah,
biz bundan gaflet”teydik, doğrusu kendimize zulmetmişiz diyeceklerdir.
[3] M.
Bayram; a.g.e., s. 199.
[4] M.
Bayram; a.g.e., s. 154.
[5] M.
Bayram; a.g.e., s. 157.
[6] Şems-i
Tebrizi; Çev.: Mehmet Nuri Gençosman), Makâlât, İstanbul 2007,, s. 16-22.
[7] M.
Bayram; a.g.e., s. 128-129.
[8] M.
Bayram; a.g.e., s. 133
[9] M.
Bayram; a.g.e., s. 147-149
[10] M.
Bayram; a.g.e., s. 149-151
[11] M.
Bayram; a.g.e., s. 151-152
[12] M.
Bayram; a.g.e., s. 105
[13] M.
Bayram; a.g.e., s. 108
[14] M.
Bayram; a.g.e., s. 152
[15] M.
Bayram; a.g.e., s. 245
[16] M.
Bayram; a.g.e., s. 152
[17] M.
Bayram; a.g.e., s. 152-154
[18] M.
Bayram; a.g.e., s. 161.
[19] M.
Bayram; a.g.e., s. 162.
[20] E. R. Fığlalı;
Milli Bütünlüğümüz ve Hacı Bektaşi Veli, Ankara 1997, s. 6.
[21] A.
Eflaki,(Çev: Tahsin Yazıcı), Ariflerin Menkıbeleri, 1. Kitap, Ankara 1964., s.
372
[22] A. Tekin,
Babailer Ayaklanması (Hacı Bektaş’ın Ayaklanmadaki İşlevi ve Babalığı
Bektaşiliğe Dönüştürmesi), Ankara, s. 59-60.
[23]A. Y. Ocak,
Hacı Bektaş-ı Veli, İslam Ansiklopedisi, 14. Cilt, İstanbul 1996, s. 457.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)